Ocak 02, 2011

Napaolis - Bölüm 10

Napaolis Bölüm 10

    “Bence yapılabilir. Büyü her şeyi olası kılan şey değil miydi zaten?”
    “Öyle diyebilirsin, ama derdim yapılıp yapılamamasıyla değil. Bu çok tehlikeli Elanon. Biliyorsun, sana ihtiyacım var.”

 Elanon hep arkasında olan hocasının bu sefer onu desteklememesine şaşırmış, ama daha çok üzülmüştü. Tabi ki bu onu durduramazdı. Yalnızca, hocasının her şeyi kaçıracağına üzülüyordu. Elanon’u derin düşüncelerinden komşularından biri çekip aldı. Bayan Mithlev, çevrelerinde oturanlar arasında en yaşlı olanıydı. ‘Bir ayağı çukurda’ cümlesine kimse ondan daha iyi bir şekilde uyamazdı. Sarkmış derisi, artmış kırışlıkları ve küçülmüş gözleriyle ve yüzünün neredeyse tümünü kaplayan gülümseyen ağzıyla Elanon’a bakıyordu.

    “Ne de ç-çabuk büyüdün sen!”

 Elanon, gülümseyerek cevap verdi. Kadın haklıydı. Akademiyi bitireli birkaç gün olmuştu. Anthrilién’le tanışalı tam beş yıl.

    “Öyle.”

 Dedi Anthrilién aynı şekilde gülümseyerek. Herkes onu beş yıl önceki festivaldeki kahramanlığıyla tanıyordu. Bir de öğretmen olunca, şehrin en yaşlıları bile onu saygı gösteriyordu.

    “İyi bakıyorsun anlaşılan.”

 Dedi kadın gülümsemesini artırarak. Elanon, Anthrilién ‘in onu savaş sanatları konusunda uzman seviyede eğiteceği üzerine ailesinden izin alıp evinden ayrılmış ve birkaç yıldır Anthrilién’le yaşıyordu. Aralarındaki öğrenci-öğretmen ilişkisi yerini dost ilişkisine yavaş yavaş bırakıyordu. Anthrilién, yaşlı kadının elindeki meyveleri aldı ve evine kadar onları taşıdı. Yaptığı ufak iyiliklerle herkesi kendine minnettar bırakıyordu. Bayan Mithlev’i evine bıraktıktan sonra iki adam, kendi evlerine yöneldiler. Elanon, yarım kalan konuşmalarını devam ettirmek için can atıyordu. Birkaç adım sonra Elanon devam etti:

    “Ben bunu cidden denemek istiyorum.”
    “Neyi?”
    “Dedim ya, asasız, eldivensiz büyü yapmayı.”
    “Hala oradasın demek. Fikir güzel, denenmemiş bir şey değil doğrusu. Ama sırf bunu sağlayabilmek için vücudunu değiştirmeyi savunmuyorum. Doğana aykırı.”
    “Bu benim doğam olduğuna göre, onu istediğim gibi değiştirebilirim. Sadece basit bir iksir yapacağım. Sanki bir asayı yutmuşum gibi olacak.”
    “Ölebilirsin.”
    “Gerekirse, ölebilirim. Ama düşünsene büyülerimizde hiçbir kısıtlama kalmaz. Alev topu büyüsü yapmaz, alev yaratırız. Büyünün gerçekten vadettiği özgürlüğe kavuşuruz.”

 Anthrilién, durdu ve bıkmış bir ifadeyle gözlerini kıstı. Başını Elanon’a çevirerek ona yaklaştı ve cevap verdi.

    “Üzgünüm Elanon, desteklemiyorum.”

 Elanon kaşlarını istemsizce çattı ve buruk bir hayal kırıklığıyla Anthrilién’in ardından yürümeye devam etti. Cidden, çok şey kaçıracaktı. Adımlarını hızlandıran Anthrilién’e yetişmek için hızlandı ve yanına kadar geldi. Anthrilién, birkaç saniye önceki konuşmayı çoktan unutmuş bir şekilde gülerek konuşmaya başladı.

    “Eee, on sekiz yaşına geldin sayılır. Bir kutlama istemediğine emin misin?”
    “İstemiyorum.”
    “Ama akademiden de mezun oldun, artık devletin bir malı sayılırsın. Pardon, daha doğrusu, köpeği.”

 İkisi de, sanki bu aralarındaki bir şakaymışçasına güldüler. Elanon’un fikirleri Anthrilién’inkilere oldukça benziyordu. Gün geçtikçe ona yaklaşıyor ve onu anlıyordu. Eve dönene kadar, yaklaşık on beş dakika boyunca, sohbet etmişlerdi fakat Elanon kendinde değil gibiydi. Tamamen içine kapanmış, yapacağı şeyleri düşünüyordu. Acaba cidden bir iksirle bunu halledebilir miydi? Araştırması gerekliydi.
Anthrilién’in yeni evi, meydandan biraz uzakta, iki katlı bir evdi. İki katlı olmasına rağmen katlar küçüktü. Yerin üstündeki ilk katında banyo, yatak odası ve yatak odasının ucunda yemeklerin yapılıp yendiği bir tezgah vardı. Alt kat ise depo niyetine yapılmış, oldukça büyük tek bir odadan oluşan bir kattı. Kapıdan girdikleri anda kendilerini kısa bir koridorun başında buluyor, koridorun solundaki kapıdan yatak odalarına, sağındaki kapıdan banyolarına, tam karşılarındaki merdivenle de alt kattaki odaya girebiliyorlardı. Alt katı, Anthrilién ve Elanon depo olarak kullanmaktansa kendi yaptıkları birkaç tahta parçasıyla bir ‘büyü odası’ haline getirmişlerdi. Uygulamalı büyülerden çok, simyacılıkla uğraşıyorlardı.

 Kapıdan ilk olarak giren Anthrilién, yatak odasının ucuna yöneldi ve aldığı meyve ve sebzeleri kağıt torbasından çıkarak tezgaha koydu. Elanon ise ellerini muslukta yıkadıktan sonra yemek yapımında Anthrilién’e yardım etmeye gitti. Yatak odalarında iki tane yer yatağı, bu yatakların yanlarında, birer masa bulunuyordu. Elanon, sebzeleri doğrayıp tencereye attı ve Anthrilién, ‘gerisini hallederim’ dercesine tencerenin sapını Elanon’un elinden aldı. Elanon, birkaç adım gerisindeki masasına oturdu ve eline büyü kitaplarından birini alarak okurmuş gibi yapmaya başladı. Araştırmalarına başlamak için sabırsızlanıyordu. Tabi ki bunun için ilk olarak Anthrilién’in uyuması gerekirdi. Ama uykusu muazzam hafif olan Anthrilién’in, seslere hemen uyanacağını bilen Elanon, sebzeleri hazırlarken iyi bildiği uyku büyülerinden birini uygulamıştı. Birkaç gün, aynı yöntemi uygulaması gerekecek gibiydi. Birkaç dakika içinde yemeği hazırlayan Anthrilién, Elanon’u masaya çağırdı.

    “Gelsene, yemek hazır.”
    “Ben pek aç değilim, sen başla.”
    “Nasıl aç olmazsın?
    “Aç değilim işte, sen başla.”

 Anthrilién, çatalını leziz yemeğine daldırdı ve sıcacık lokmayı ağzına götürdü.


                                                      *****

Elanon, başını soluna çevirdi ve Anthrilién’i kontrol etti. Bir bebek gibi uyuyordu. Yavaşça yatağında doğruldu ve parmak uçlarıyla aşağı indi. Anthrilién’den bir asanın özelliklerini öğrenmişti, özellikle de nasıl büyülerin oluşmasını sağladığını. Asalar, genelde ağaç gövdelerinden ve dallarından yapılırdı. Asaların yapılışından beri içlerinde olan bu doğal öz, ardından yapılan güçlendirme büyüleriyle yoğunlaştırılır ve büyü yaptıracak hale getirilirdi. Eldivenlerde tamamen farklı bir yöntem kullanılırdı fakar Elanon onlarla ilgilenmiyordu. Onun işi doğal olanlaydı.

 Merdivenlerden indi ve alt kattaki mumlardan birini asasıyla yaktı yaktı. Masanın üzerine kitaplarını yığmış, çalışmaya yoğunlaşmıştı. En sevdiği asasını ikiye bölerek içini incelemeye başlamıştı. Gördüğü her şeyi not alıyor, ve birçoğunu defterle birlikte zihnine kazıyordu.


                                                     *****

     “Çabuk sigaranı söndür, ihtiyar. Gardiyan geliyor!”
     “Kahretsin!”

 Yaşlı adam, yıllardır bu odadaydı. Eskimiş ve sıvaları dökülmüş duvakara sırtını yaslamış, önündeki demir parmaklıklara bakıyordu. Parmaklıkların biraz ilerisindeki masanın üzerinde bir mum yanıyordu. Masanın yanındaki merdivenlerden gelen sesler arttı ve en sonunda ağır zırhlı , eli kabzasında bir gardiyan geldi. Kaşları çatılmış bir şekilde üç hücrenin önünde bir tur attı. Turlarken konuşuyordu.

    “Burası çok dumanaltı olmuş.”
    “Öyle mi? Fark etmemişiz.”

Ortadaki yaşlı adamın hücresinin sol yanındaki hücreden, otuz yaşlarında olan adamın cevabı gelmişti.

    “Siz beni geri zekalı mı zannediyorsunuz?”
    “Biraz.”
    “Sizi gebertirim! İşkence yaparım! Durmam için yalvarırsınız! Ölmek için yalvarırsınız!”

Gardiyanın sabrı kalmamış, tüm sinirini etrafa saçılan tükürükleri yardımıyla boşaltmıştı. Yaşlı adam, diğer arkadaşıyla birlikte gülmeye başladı. Bu dediklerini yapamayacağını ikisi de biliyordu.

    “Kesin sesinizi!”

İkisi de gülmeyi kesti ve ses çıkarmadan sırıtmaya devam ettiler. Gardiyan üçüncü hücredeki adama dönerek bağırarak konuşmaya devam etti.

    “Sen ne diye susuyorsun? Beş yıl önce yediğin yumruk boğazına mı oturdu?”

İlk verdiği emirle çakışması umrunda bile değildi. Bu sefer gülen oydu. Yüzü mumla aydınlanmayan, sadece yere oturmuş vücudu gözüken adam tepki vermedi.

    “Ne oldu, hain? Cevap versene.”

Adamdan yine bir ses gelmedi. Gardiyan yere tükürdü ve acımasızca adama bakarak konuşmaya devam etti.”

    “Adi herif.”

Gardiyan yavaşça arkasını döndü ve geldiği merdivenlerden aynı şekilde geri çıktı. Günlük stres toplarıyla artık oynamasına ihtiyacı yoktu. İçini boşaltmıştı. Sol taraftaki hücrede bulunan adam, ihtiyara döndü.

    “Şanslısın, seni bunak. Bu cehennemde bir günün kaldı.”



                                                    *****

 Elanon, deneylerine başlayalı dört gün olmuş, ve bu araştırmalarında muazzam yol katetmişti. Dört gündür Anthrilién’i büyüyle uyuttuğu için vizdanı sızlamaya başlamıştı. Ama bugünden sonra ihtiyacı kalmayacaktı. İksiri için gerekli son materyalleri de toplamıştı. Onları karıştırmaya başladı.

 Bu sırada Anthrilién, tatlı bebek uykusundan gitgide çıkıyordu. Elanon’un büyüsüne bağışıklık kazanmıştı artık. Gözlerini önce kısık bir biçimde tuttu. Ardından kalktı ve etrafa bakındı. Gecenin ortasında uyanmıştı. Başı dönüyordu. Aşağıdan gelen bu sesler de neydi? Başını sağa çevirdi ve Elanon’a baktı. Yatağında yoktu. Hızlıca kalktı ve ses çıkarmadan koridoru aştı.
İlk basamağa ayağını attığında, hiçbir şey yoktu. Ayak sesleri gecenin sessizliğinden daha da sessizdi. Birkaç adım daha attı. Yoksa Elanon aşağıda tüm inatçılığıyla deneyler mi yapıyordu? Anthrilién bir an duraksadı. Aşağı inmeli miydi? Elanon bu konuda çok istekli görünüyordu. Onu desteklemeli miydi?

 Anthrilién, bu düşüncelere bir saniye erken dalmış olsaydı, birkaç dakika sonra yaşıyor olmayacaktı. Elanon’un yaptığı şeyler ne kadar tehlikeli olursa olsun, yanında olmaya karar verdi. O da birkaç yıl öncesine kadar böyle şeyler yapmıyor mudyu? Bir adım daha attı ve merdivenlerin tam ortasına geldi. Evin en uç noktasındaydı. Geriye kalan merdivenler, şu ana kadar indiklerinin zıt yönünde aşağı iniyordu. Sessizce arkasını döndü. Fakat tüm bu sessizliği ve gecenin karanlığını alevler yararak ilerledi. İlerledikçe hızlanan ve çoğalan alevler, gözleri faltaşı gibi açılmış Anthrilién’e yaklaşıyordu. Sadece Anthrilién’e değil, her yöne doğru ilerliyorlardı. Yukarıya doğru giden alevler tavanın tüm taşlarını parçaladı ve etrafa fırlattı. Elanon’un iksirinin son materyali, oldukça büyük bir patlamaya yol açmıştı. Anthrilién’in gözleri artık açılamıyordu, muhteşem parlaklığıyla alevler ona doğru gelmiş, ve vücudunu kendi akımıyla götürmüştü. Adeta geriye doğru büyülü bir şekilde uçan Anthrilién, sanki bu kısacık anı dakikalarca yaşıyor gibiydi. Her dakika alevler vücudunun içinden geçiyor, bazıları ise derisini yakacak kadar onunla kalıyordu. Evin taşlarıyla geriye fırladı ve gözleri açılamaz hale geldi. Bir daha açılacak mıydı, kendisi de bilmiyordu...

Sanora
Sevgiyle Kalın.
                                                                     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eleştirilerinizi veya yorumlarınızı lütfen esirgemeyin.