Ekim 30, 2010

Napaolis - Bölüm 4



Napaolis Bölüm 4

"İlk günüm oldukça güzeldi. Halkın öğreticiler hakkındaki görüşleri hala değişmemiş. Oldukça canayakınlar. Bu çok işime yarayacak."

Oldukça eski, sayfaları yıpranmış ve birçok sayfasının arasına alakalı alakasız kağıtların sıkıştırılmış olduğu, neredeyse can yoldaşı diyebileceği defterini yavaşça kapattı. O defter, onun için o kadar önemliydi ki, hızlıca kapatmaya bile kıyamıyordu. Çantasının içine defteri özenle yerleştirdi ve tahta sandalyeyi geri iterek kalktı. Çok uzun bir yolu yürüyerek gelmişti. Büyülerinin de yardımı olmasaydı hiçbir yere varamazdı. Kendini yatağa bıraktı ve uykunun onu hemen kollarına alması için yalvardı. Son zamanlarda arası rüyalarla fazla iyi olmadığı için, Uyku Tanrısı'na rüya istemediğini de belirtmeyi ihmal etmedi. Artık zihnini uykuda bile yormak istemiyordu. Aklından bir şey geçirecek kadar bile enerjisi kalmamıştı. Yalnızca dipsiz uyku çukurunda süzülmeyi bekledi...

Elleri yanıyordu, alev büyüsü yapmaya çalışmıştı ama yalnızca ellerinin yanmasıyla sonuçlanmıştı. Alevleri ileri gönderemiyordu. Kafasında görkemli ve oldukça büyük bir taç olan, şık giyimli adam ise, yalnızca ona bakarak sırıtıyordu. Bu dayanılmaz acı bitmeliydi. Hemen.

Birden, kafasında taç olan adamın yüzünün yok olduğunu gördü. "Tak!" Yavaşça ayakları "Tak!" ve tüm bedeni.

Terler içinde yatağından fırladı. Elini, yüzünü kapatan saçlarına götürdü ve ıslak saçlarını geriye doğru kıvırdı. Anlaşılan Uyku Tanrı'sı, yine onu dinlememişti. Rahatsız edici ses hala devam ediyordu. Beynini kemiren o tak'lama sesini kesmek için her şeyi yapabilirdi. Başını kaldırdı ve kapısının çalındığını gördü. "Efendim?" diye bağırdığında, hak ettiği sessizliğe ve huzura kavuşmuştu.

    "A-Aferdersiniz, de-ders yapmayaca-cak mıyız?"

Anlaşılan uyuya kalmış, ve evinden beş adım ötedeki akademi binasından bir öğrencisi de onu uyandırmaya gelmişti. Oldukça şaşkın bir edayla, açılmış gözlerini pencereden gökyüzüne yöneltti. Güneş, tepeye çıkmak üzereydi. Derse oldukça geç kalmıştı.

    "Tamam! Bekle geliyorum!"
    "P-peki, bekliyorum."

İlk günden geç kalması hiç hoş bir şey değildi. Kimsenin onu azarlayacağı yoktu ama insanların önyargısı onu rahatsız ediyordu. Hemen üzerine birkaç parça kıyafet geçirdi ve kahverengi eski cüppesini giydi. Yaz mevsimi dışında hava, burada pek sıcak olmazdı. Çantasını da omzuna taktıktan sonra hemen kapıyı açtı. Tahta kapı öylesine eskiydi ki, açarken fark etmeden kapıyı kıracaktı neredeyse. Karşısına, oldukça kısa boylu, kahverengi saçlı ve beyaz tenli bir çocuk çıktı.

    "Haydi, gel bakalım."
    "P-peki, geliyorum."

Oldukça çekingen olan çocuğu yanına alarak evden dışarı çıktı. Burası bir ev sayılmazdı aslında. Şehrin konaklama hizmeti gibiydi. Burada evi olmayan şehir çalışanlarının kalması içindi. Birkaç adım sonra akademiye vardılar ve hızlı adımlarla içeri girdiler. Öğrencileri daha fazla bekletemezdi. Bölümlere ayrılmış binanın içerisine daldı ve yakın savaş bölümüne girdi. Napaolis şehri eğitimine oldukça önem veriyordu. Bu mahallede etrafındaki tüm eski binalara nispeten, akademi binası yepyeni duruyordu. Biraz daha ilerledikten sonra sınıfa girdi ve oldukça iyi aydınlatılmış büyük salonun göbeğine geldi. Peşinden gelen küçük öğrenci de arkadaşları arasına girdi. Cüppesinin iç ceplerini teker teker karıştırarak minik anahtarını çıkardı ve salonun köşesindeki devasa sandığı açtı. İçinde bir sürü tahta kılıç vardı. Tahta kılıçların altındaki yıpranmış tahta kalkanları bir kenara topladı ve içerisinde başka dövüş eşyası olup olmadığına baktı. Anlaşılan devletin de bütçesi bir yere kadardı.

Hemen doğruldu ve arkasını döndü, sınıfta on iki çocuk vardı. Hepsine birer tane olacak şekilde kılıçları çıkardı ve tek tek onlara fırlattı. Aralarından ikisi hariç hiçbiri tutamamıştı. Hatta, bir tanesi parmağına çarptığı için ağlamaya başlamıştı. Düşünebildiği tek şey, içinde bulunduğu durumun iğrençliğiydi. Tüm kişiliğini ve benliğini bir kenara bırakmış, Kader'in İlahi Planı için, küçücük çocuklara öldürmeyi öğretiyordu.

Sanora
Sevgiyle Kalın.

Ekim 29, 2010

Napaolis - Bölüm 3

Napaolis Bölüm 3

“Hey! Çocuk ne durumda?” dedi bir gardiyan. Ağır ve metal zırhı hareket etmesini zorlaştırıyordu. Bu yüzden jestler yerine mimiklerini kullanmayı tercih ediyorlardı. Diğeri, başını çevirdi ve:
    "İyi işte, yarın akademiye başlayacak."
    "Cidden mi? Zaman ne çabuk geçiyor. Hangi akademiye girecek?"
    "Dövüş akademisi tabi ki. O da babası gibi olacak."
Dedi ve sağ kolundaki kasını sıkarak güç gösterisi yapmaya yeltendi. Fakat ağır zırhı buna bile engel oluyordu. Bir tehlike karşısında bu zırhlar içinde nasıl savaşabilirlerdi ki?

Napaolis’te birçok akademi vardı. Bu akademilerde 12 yaşına gelen çocuklar, 18’lerine kadar eğitiliyorlardı. 15 yaşında alt alan seçimi yaparak bir alan da uzmanlaşıyorlardı. En büyük ve bilinen akademiler dövüş akademisi, şifa akademisi, uzak dövüş akademisi ve suikast teknikleri akademisiydi. Lisanslı bir savaşçı olabilmek için her yıl Nisan ayında birçok genç buraya gelirdi.

Gardiyanlar hala konuşuyorlardı ve Anthrilién, onu görmeleri umuduyla birkaç dakikadır kapıda bekliyordu. Başından geçen berbat yolculuk yüzünden beklemeye bile dayanamıyordu. Heyecanlı bir konuşma içerisinde olduklarından emindi. Konuşmalarına verdikleri kısa arada başını öne çeviren gardiyan, onu hemen fark etmişti. Gülümseyerek selam verdi. Önceden burada birkaç kere bulunduğu için, tanınıyordu. Öğretmenlik davetiyesi gönderildiğinden beri, adı şehirde yayılmıştı ve onu tanımayan kalmamıştı. Napaolis’te büyü yasaktı ve o bir büyücüydü. Bu zıtlıktan, asasını görünmez yapıp beline bir kılıç takarak sıyrılıyordu. Usta bir büyücü olsa da, kılıç kullanmada da  oldukça iyiydi. Bu da onu, akademiye hoca yapıyordu.

“Açıl!” diye bağırdı gardiyan. Alt taraftaki başka bir gardiyan kolu sertçe döndürdü ve kapının aralanmasını sağladı. Tanıdıkları, cüppe giyen tek kılıç kullanıcısı oydu. Asla zırh giymezdi ve bu da onları oldukça şaşırtıyordu. Şehirden içeri girdi, cüppesinin kapşonunu açtı ve ona el sallayanlara gülümseyerek karşılık verdi. Napaolis halkı, öğretmenlere çok saygılı ve minnettardı. Onlar için çalışıp, onları eğitmeye çalışan kişiye, asil gibi davranırlardı ve el üstünde tutarlardı. Gördüğü kadarıyla bu hala değişmemişti.

Şehirde, neredeyse tüm savaşçılar silah kullandığı için, bir saniyede yaklaşık beş-altı çekiç sesi duymak olanaklıydı. Birçok demirci dükkanı vardı ve her dükkanda birçok kişi şiddetli bir biçimde demir dövüyorlardı. Burada silahlar, neredeyse sudan ucuzdu. Selamlayacağı insan sayısının azalmayacağını anladığında, adımlarını hızlandırdı ve şehrin meydanına doğru ilerledi. Kralla, mektuplaşarak görüşmüştü ve yanına gitmesine bile gerek yoktu. Gardiyanlar geldiğini haber verirlerdi. Ona bahşedilen eve doğru yürüdü. Yarın başlayacak olan dersler için neler yapacağını düşünmeye başlamıştı bile. "Yıllardır peşinde olduğum amacım, ilkem, düzenim.
Onun için en büyük adımı atmıştım bile…"

Sanora

Sevgiyle Kalın

Napaolis - Bölüm 2

Napaolis Bölüm 2

Titriyordu. Elleri, Ellerini hissetmiyordu. Hızlıca onları cüppesine koydu ve yapabildiğince sardı. Sadece elleri değil, her yeri sanki buzulların en soğuk köşesindeymişçesine donuyordu. Donma hissi o kadar fazlaydı ki artık yanma ile karışık berbat ve acı bir his veriyordu. Yağan kardan, hedefine olan uzaklığını kestiremiyordu. Artık başka yolu yoktu. Yakalanmaktan korkmuyordu. Çantası ile bedeni arasında takılı duran asasını aldı ve gözlerini kapattı. Yapabilir miydi? Denemekten başka yolu, bedeninden başka kaybedecek şeyi yoktu. Hızlıca birkaç sözcük mırıldandı ve asayı yere vurdu. Hiçbir şey. Hiçbir şey olmamıştı. Vazgeçmeden asayı bir daha yere vurdu, bu sefer hissediyordu. Asasını yere vurmasıyla, tahta kısmının ucu, en tepesi, parlamaya başladı. Başarmıştı. Asayı kaldırdı ve gözlerini kapatarak olacakları bekledi.

Soğuk gecede yükseliyordu, gitgide gökyüzüne doğru. Elleri, ayakları, her yeri parlıyordu. Uçuyordu fakat sanki bir kuvvet onu yukarı çekiyordu. Başını kaldırdı ve gördüğü tek şey gökyüzü olmuştu. Bu his, bu harikaydı. Isınmıştı. Gözlerini kapattı ve kendini çekime bıraktı. Ama? Ne oluyordu? Artık hiçbir şey hissetmiyordu, sadece boşluktaydı. Gözlerini açtı ve düştüğünü fark etti. Hızlıca, yaklaşık on bin ayaklık mesafeden düşüyordu. Elini geriye attı ve asasının olmadığını fark etti, hızı arttıkça yüzüne çarpan rüzgârın şiddeti, gözlerini açmasını gitgide zorlaştırıyordu. Çantası, o da yoktu. Tek hissedebildiği kahverengi cüppesinin ve kahverengi saçlarının uçuştuğuydu. Yere düştü. Acısız ve güç olmayan bir şekilde yere düştü. Bir yeri kanamıyor, bir yeri acımıyordu. Ayağa kalktı, fakat içinde yürümek için bile yeterince güç olmadığını fark edince yere bir çuval gibi yığıldı.


Gözlerini açtığında, yine karların arasındaydı. Hemen asasını ve çantasını kontrol etti, oradaydılar. Tamamen bir rüyaydı, ne göğe yükseldi, ne de aşağı düştü. "Yaptığım büyünün etkisi olsa gerek" diye düşündü. Cüppesini inceledi ve ufaktan yanık izleri vardı. Etrafındaki karlar da erimişti. Büyüsü başarılı olmuş, asasından fışkıran alevler onu kurtarmayı başarmıştı. Fakat o kadar yorgun düşmüş olmalıydı ki, uyuyakalmıştı. Başını kaldırdığında, şoka uğradı. Şehrin tam önündeydi! Surların dibinde, gardiyanların veya vatandaşların onu rahatlıkla görebilecekleri bir yerde. Bu nasıl olmuş olabilirdi ki? Sanki, biri onu uyutmuş ve buraya kadar taşımıştı. Bu bir daha tekrarlanmamalıydı. Büyü yaparken yakalansaydı, her şey başlamadan biterdi. Fakat bunun ileride de tekrarlanacağını tahmin bile edemezdi. 
Hedefine varmıştı. Yeni evine girmek, ve sıcak bir banyo yapmak istiyordu. Arkasını döndü ve Dev Kapının tahmini yerine doğru yürümeye başladı…


Sanora

Sevgiyle Kalın

Napaolis - Bölüm 1

Napaolis Bölüm 1


Karanlık bir geceye isyan edermişçesine parlayan küçük tahta bir bina ve içindeki meraklı sesler. Hikayeyi anlatan kişinin etrafına toplanmış sekiz kişi, gencinden yaşlısına merakla dinliyor hikayeyi. Birileri çayını yudumlayarak anlatıcının mum ışıklarının yansımalarıyla parlayan gözlerine bakıyor, bazıları ise arkasına yaslanarak, dikkatlice dinliyor. Adamın ağzından çıkan her sözcük, güçlü bir büyüymüşçesine fırlıyor ağzından, büyüyor ve gitgide yayılıyor. Sözcüklerin büyüsündekiler kendilerine gelemiyor ve dikkatlerini yoğunlaştırarak dinlemeye devam ediyorlar. Olayları izleyen bir yaşlı bir adam, siyah cüppesinin içinde, yüzünü neredeyse kapatmış uzun gri saç ve sakalları hariç hiçbir yeri gözükmüyor. Sadece başının eğik silueti ve çaprazlanmış kolları belli olabiliyor, mum ışıkları sayesinde. Hikayenin büyüsüne kapılmamayı başaran o adam, başını yavaşça kaldırıyor ve parlak gözleriyle doğrudan anlatıcıya bakıyor. Onda bir çağrışım uyandıran bu hikaye, gözlerindeki parlaklığı artırıyor. Zaten çok iyi bildiği hikayeyi bir daha, başkasından dinleme isteğiyle kaldırdığı başını hareket ettirmeden adama bakmaya devam ediyor. Oturan adam, anlatıcıya kulak veriyor ve onu duyuyor. Gördüğü tek gözler, onun gözleri. Duyduğu tek sözler, onun sözleri. Ve anlatıcı devam ediyor:


“Ve hikayemiz, burada başlıyor. Bu köyün yakınlarındaki büyük ve görkemli şehrin, Napaolis’in, kurulmasıyla. Dört büyük savaşçı, büyüye ve büyünün lanetine karşı açtıkları savaşı kazanıyorlar ve bu şehri kuruyorlar, büyüden kurtulmak isteyen herkes için. Bu şehir çok çabuk büyüyor ve güçleniyor, dünyanın tepesine oturuyor. Ta ki, “O” bu şehre girene kadar…”

Sanora


Sevgiyle Kalın.