Kasım 28, 2010

Napaolis - Bölüm 7

Napaolis Bölüm 7

 Her yer sessizleşmişti onun için. Hayatında bulunduğu en gürültülü ortamdaydı ama hiçbir ses duymuyordu. Yalnızca önündeki, oklarının ucunu tutuşturan zırhlı adamlardı tek gördüğü. Her şey iyice yavaşlamaya başlıyordu. Ta ki arkasından gelen uyandırıcı kuvvete kadar. Onu omzuyla istemsizce ittirip önüne geçen asker, diğerleri gibi okunu yaktı ve yayını gererek hazır tuttu. Ateşin başındaki adam:

    "Haydi! Seni bekliyoruz!"

diye bağırdı. Hemen sırtındaki yayını tuttu ve yukarıya doğru kaldırarak başının etrafından çıkardı. Sırtına taktığı sadağından bir ok çıkardı ve yaya yerleştirdi. Yıpranmış ve körelmiş metal okunun ucunu önce bir bezle yağladı, ardından ateşin üstüne tuttu. Birkaç saniye içinde yakıcı ve kaplayıcı alevler, okunun ucunu sarmıştı. Sanki her saniye okundaki alev büyüyor, büyüyor ve buradaki herkesi yutacak hale geliyordu. Belki o zaman kurtulabilirdi...


                                                           *****

 Anthrilién tahta masasının başındaki sandalyesine oturmuş, istemsizce sallanarak sandalyesini gıcırdatıyordu. Sanki sandalyesi çok hafiflemiş ve dayanıksızlaşmıştı. Belki de o ağırlaşıyordu. Yerdeki kılıcını aldı ve bir kısmını kınından çıkararak baktı. Bu şeyi yine mi kullanacaktı? Napaolis'e gelirken uyarılmıştı. Savaş durumlarında devlet çalışanları bile savaşa katılmak zorundaydı. Hiç istemiyordu. Korktuğundan mı, başka bir sebepten mi olduğunu ayırt edemez hale gelmişti. Ama yapmak zorundaydı. Plan için. Dünya için.


                                                           *****

 Hemen bir adım daha attı ve önündeki sıraya yerleşti. Tek sıra olmuş askerler, yaylarını aynı açıyla kaldırmış, ışıktan bir yol oluşturuyordu. Ama bu yol ışık kadar saf ve iyi değildi. Neden bu kadar uzun süre beklediklerini anlayamıyordu. Belki de şehri korkutmak, bir psikolojik savaş yaratmak içindi. Artık oku tutamaz hale gelmişti. Dayanamıyordu. Okunu tuttuğu sol kolunun dirseğiyle hemen yanındaki ateşçi başını dürttü. Orduda büyük saygısızlık olarak görülüyordu bu yaptığı. Ama okunu emirden erken bırakması daha da büyük bir saygısızlıktı. Kendisi kadar telaşlı olan adam saymaya başladı:

    "3!"

Yıkıma az kalmıştı.

    "2!"

Gözlerini kıstı.

    "1!"

Ve tamamen kapattı.

    "Ateş!"

 İki parmağı arasındaki ölümü ve acıyı saldı. İlk önce elinde başlayan ve her yerine yayılan bir özgürlük hissini yaşadı, ardından okun, tahta yayla arasındaki rahatsız edici olduğu kadar hızlı olan sesi duydu. Umuyordu ki oku birine isabet etmez. Umuyordu ki oku havada söner. Umuyordu ki o an, orada yok olur.
Gözlerini açtı ve havadaki binlerce oku gördü. O an, okların kuyruklu yıldızlara çok benzediğini fark etti. İkisi de çabucak silinen bir iz bırakıyordu arkalarında. İkisini de görenler, hemen aynı şeyi diliyorlardı. Okların ışıkları büyüdü ve hedeflerine ulaştılar. Ölen insanları göremeyeceği kadar uzakta olduğu için kendini şanslı hissediyordu. İçindeki buruk acıyla şehirdeki insanları gözünün önünde canlandırırken, bu acımasız oyun yine yanındaki askerin omzuyla yok olmuştu. Herkes ikinci okunu yakıyordu bile. Bu kadar cinayet yetmez miydi? Hemen sürüye uydu ve çobanlarının isteğini yerine getirmek için okunu alevlendirdi. Bu seferki atış daha çabuk geçmişti. Sonraki de. Ondan sonraki de. Ok yağmurlarının sonunda, ateş emirlerini veren adam yine bağırıyordu.

    "Silahlarınızı kuşanın! Yakın dövüşe hazır olun! Tanrılar yardımcımız olsun!"

 Herkes, yaylarını aldıkları yere geri yerleştirdi ve ilerlemeye başladı. Etrafına baktığında elinde bir mızrak, balta veya kılıç tutan birsürü insan görüyordu. Yüzlerindeki insansı ifade artık yok olmuştu. Tamamen çobanlarının bir koyunuydular. Sağ elini kınına götürdü ve kötü kılıcını çıkararak insanlarla birlikte yürümeye başladı. Biraz ilerde, Napaolis'in muhteşem kapısı aralanıyor ve atlılar, ardından yaya savaşçılar dışarı fırlıyordu. Hayatının en uzun yürüyüşüne çıkmış gibiydi.


                                                        *****


 Kral, yanındaki hizmetkarlarının ne kadar geride kaldıklarını önemsemeden hızla ilerledi ve meydandaki anıtın yanından geçti. Aradığı kişiyi evinde bulamamıştı. Bu saatte evinden başka bir yerde olduğu için onu tutuklayabilirdi. Ama tutuklarsa dünyanın en büyük ahmağı olarak görülürdü. Hızla akademiye girdi ve birkaç kapı ve koridordan daha geçtikten sonra fazla büyük olmayan eğitim alanına girdi. Aradığı kişi, tam tahmin ettiği yerde oturuyor ve sandalyesini gıcırdatıyordu.

    "Anthrilién! Anthrilién yardımın gerekli!"

 Anthrilién adının telafuz edildiğini duydu ve yavaşça başını kaldırdı. Saçları yüzünün bir kısmını kapatıyordu ve gözleri hala kılıcına kayıyordu.

    "Bi-bir savaş çıktı, hem de ittifağımızdan Nerfhia Krallığı, ka-kapımızda."

 Heyecandan kelimeleri birlikte bile kullanamaz hale gelmişti. Anthrilién yavaşça ayağa kalktı ve konuşmaya başladı;

    "Ne kadar yakındalar?"
    "Yirmi dakika uzaktalar."
    "Anladım."

dedi ve kralın yanından kapıya yürüyerek dışarı çıktı. Yavaşça şehirdeki son vakitlerinin tadını çıkarmaya çalışıyordu. Yanan evler veya yere yığılmış asker cesetleri, hiçbir şey bunu engelleyemiyordu. Ardına kadar açılmış kapıya yaklaştı ve ordunun arasından öne ilerleyerek en önde birer kahraman gibi duran generallerin yanına gitti. Attığı her adımda etrafındaki insanlar deliler gibi bağırıyor, onu alkışlıyorlardı. Doğrusu berbat bir günde nasıl moral verilir iyi biliyorlardı. Deminki tavrını ve ruh halini attığı her adımda yere bırakıyordu. Generalin yanına gitti ve atın üzerine oturmuş adamı selamladı.

    "Neden bekliyorsunuz?"
    "Onlar bize saldırıyor, defansif durmalıyız."
    "Deli misiniz siz? Atları yok ve bizde de atlar var, ezin geçin onları."

 General yıllardır savaşlarda emir almaya alışkın değildi. Bu yüzden ufak bir şoka uğradı ve sinirli bir yüz ifadesiyle Anthrilién'e döndü. Fakat Anthrilién generali umursamıyordu bile. Karşıda yaklaşan orduyu inceliyor ve oldukça meşgul görünüyordu. Birden generalin gözü acımaya başladı ve istemsizce gözünü kıstı. Başını kaldırdığında bir dağın arkasından doğan Güneş Ana'yı gördü. Atıyla birkaç adım gerileyerek orduya doğru döndü ve sağ elindeki kılıcını kaldırdı. Herkes motive edici bir konuşma bekliyordu, ama istedikleri yerine berbat bir cümleyle karşılaşmışlardı.

    "Saldırıyoruz! Hücum!"

 Askerlerden hiçbiri bunu beklemiyorlardı fakat emre uyarak ilerlemeye, koşmaya başladılar. Öndeki binlerce atlı çok daha önden gidiyordu. Generallerin ve Anthrilién'in bulunduğu kısım insan akışını yarıyordu. Anthrilién ordudan çok daha yavaş biçimde ama onunla birlikte yürümeye başladı. Karşı taraf, bu taaruza çok şaşırmıştı. Herkes yaylarına sarıldı. Onları alevlendirecek zaman bile yoktu. Bir kere atılabilen oklar en öndeki atlı sırasındaki birsürü atın ve askerin ölmesine ve yuvarlanarak arkadakilere zarar vermesine sebep olmuştu. Fakat kimse bunu umursamıyor, tüm hızıyla devam ediyordu. O alandan sağ çıkan hiçbir asker, atların mızraklarla ilk temas anını asla unutamayacaklardı. Bir mızraklı için bir atlı heba oluyor, arkasından gelen ikinci atlı ise orduyu ezerek gidebildiği mesafe kadar bir yol oluşturuyordu. Atlıların yarısı telef olduktan sonra ilerleyemez hale gelen Napaolis ordusu yakın savaş için hazırdı. İki tarafın askerleri de silahlarını avuçları içinde iyice sıkıyor ve yalnızca öldürmek için savuruyordu. Bir saniye içerisinde yüzlerce hayat bitiyordu.

 Anthrilién koşmaya başladı. Önündeki insan yığını onu hiç yavaşlatmıyordu bile. Onu görüp kenara çekilen askerler Anthrilién için bir yol oluşturmuşlardı. Onu fark etmeyenler de itilerek kenara savuruluyordu. Anthrilién hızlandı ve haykırarak zıpladı. Tam karşısındaki Nerfhia askerine doğru çaprazından savrulan kılıç omzundan itibaren beline kadar vücudunu kesiyor, derisini ayırıyor, iç organlarını görülür hale getiriyordu. Yere bir çuval gibi yığılan asker, Anthrilién'i hiç yavaşlatmamıştı. Soluna doğru ilerleyen kılıcı savrulduktan sonra yere inip yine soluna doğru bir kez döndü ve hemen önündeki askerin de kollarını kesti. Solundan savrulan baltayı fark etti ve eğilerek askerin bacaklarını kesti. Üzerine yığılan askeri fırlatmak amacıyla doğruldu ve ona doğrultulmuş olan kılıca karşı bir kalkan görevi gören askeri yere bıraktı. Cesede saplanmış, kendi kılıcına göre daha kısa olan kılıcı kanlar arasından çıkardı ve diğer elini aldı. İki elini de savurarak dönüyor, bir ölüm makinesi gibi etrafındaki askerlerin hepsini biçiyordu. Onun yarattığı boşluğa dalan Napaolis askerleri de ona yardımcı oluyordu. Hiçbir ordu, bu ekip karşısında duramazdı. Sol elindeki kılıcı bir askerin kafasına fırlattı ve etrafa fışkıran kanların altında, cesedin elindeki baltayı kaptı. Artık daha fazla insan kesiyor ve öldürüyordu. Bugünden sonra kendisinden nefret edecekti.


                                                    *****

 Neler oluyordu orada? Bir insanın ölmesi bu kadar kolay mıydı? Sanki bir hortum çıkmış, bu hortum insanları biçiyor ve çeşitli uzuvlarını etrafa saçıyordu. Hiç bu kadar korkmamıştı. Dayanamadı ve arkasını dönerek kaçmaya yeltendi. Fakat arkasında bir sürü insan vardı. Hemen önüne döndü ve ordunun ona çok yaklaştığını gördü. Bir sürü gri, parıldayan zırh arasında koyu renkli bir kumaş giyen birini görüyordu. Deli falan olmalıydı herhalde. Sağına baktı ve arkadaşının da kendisi kadar korkmuş olduğunu gördü. Arkadaşı ondan biraz daha ilerdeydi. Hızla dönen bir kılıç gördü. Arkadaşı sağ elini kaldırdı ve kılıcıyla savunmaya kalkıştı. Tabi ki hiçbir işe yaramamıştı. Dönen kılıç, önce arkadaşının sağ elini kesti. Kılıçla birlikte önüne fırlayan el, gözlerinde iki gündür hazırda bekleyen gözyaşlarının anahtarı oldu. Dayanamamıştı. Kılıcın ardından gelen yandaşı balta, arkadaşını ortadan ikiye bölmüş, tüm organlarını etrafa saçmıştı. Vücudunun yarısını artık arkadaşının kanı kaplıyordu. Hıçkırarak ağlıyordu. Arkadaşı için değil, kendisi için. Arkadaşı için artık bitmişti. Kurtulmuştu. Şimdi sıra ondaydı. Kafası bedeninden fırlamadan önce sön gördüğü, kılıç ile baltanın arasındaki gıpgri, kontrolden çıkmış gözlerdi. O gözler de, kendisininkiler kadar korkmuştu. Kafası sağa doğru savruldu ve başka birinin üstüne düştü. Acısız olduğu için çok minnettardı.

 Anthrilién kontrolü eline aldı ve katliamı kesti. Daha fazla yapamazdı. Gözleri karardı ve vücudundaki tüm kan, hızlıca çekiliyormuş gibi hissetti. Diğer cesetler gibi yere yığıldı.

Sanora
Sevgiyle Kalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eleştirilerinizi veya yorumlarınızı lütfen esirgemeyin.